CASSIOPEIA: SÜRÜNGENİN GÖZÜNDEN B2
E şimdi ne yapsaydı? Bağırsa mı yoksa sessiz mi kalsaydı? Bunca hengame, bunca dizginsiz davranış Cassiopeia'yı çılgına çeviriyordu. Ne kadar sükun istese de, anlaşılan Katarina’dan kurtuluş yoktu.
Ne yapsındı, babasının bir tanecik Katarina'sıydı o, kendisi ise bir hayalet! Ya da öylece biri işte. Kendini babasının gözünde ancak bu kadar görüyordu.
Daha fazla sevgi talep edemezdi, çünkü o kotayı dolduran biri zaten vardı. Bir de şöyle bir husus var ki, açıkçası kendisi bile istemiyordu sevilmeyi.
Cassi'ye annesi yeterdi.
Zaten böylesi katı bir disipline de giremezdi, onun karakteri buna pek uygun değildi.
Cassiopeia sakinliğin, sessizliğin insanıydı. Yani, en azından önceden öyleydi.
Neyse... O akşamki yemek rezaleti gerçekten çekilmezdi doğrusu, zira güç ve kuvvetin getirdiği o azgınlık halleri… Bir babanın kızına verdiği biricik hediye, işte buydu. Azgınlık, acımasızlık, hiddet ve öfke.
"Düşmanını yakın tut. Beni koynunda besle!"
"Düşmanını yakın tut. Beni koynunda besle!"
![]() |
Cassiopeia |
Cassi düşündü, bu davranış biçimi aslında bir şımarıklık değil, babanın kızına yemek masasında, yani aile içinde de olsa yaptığı kontrollü bir dersti. Bunu gerçekten kavraya biliyordu, zira bir öğretmen, öğrencisini her zaman gözetler, verdiği dersleri o küçücük dahi olsa uygulanıp uygulanmadığına muhakkak bakardı.
İşte aile reisimiz dediğimiz Du Docuona, böyle biriydi.
Eh, evrenin değişmez bir kuralı vardır, ağaç yaşken eğilir.
Cassiopeia bütün bunları düşündükten sonra bir de kendini ve bu aile içinde ki yerini düşündü. Yani, annesi de olmasa herhalde bir hiç olup çıkardı. Çünkü babasının kendisine biçtiği rol buydu.
Cassi, bütün bunlara rağmen gülümsedi, masada şamata çıkmış, kaşıklar, bıçaklar havada uçuşuyor, bağırmalar ve feryatlar birbirini kovalıyor. Ancak, Cassi gülüyordu.
Halinden memnun olmak buydu işte. Ablası ne kadar sert ve azgın ise Cassi’de o kadar sakin ve dingindi. Ama bu değildi ki Cassi, bir melek.
O günün sabahında yatağından kıvrıla kıvrıla çıkan Cassi’nin keyfi pek bir yerindeydi. Güzelce günlük kıyafetleri çıkardı, sakin sakin ve bir o kadar da mutlu bir halde üstünü giyindi. Kapıdan çıkıp hole adımını attığı anda, “güm!” diye bir şeye çarptı.
"Bana sakın sırtını çevirme!"
"Bana sakın sırtını çevirme!"
![]() |
Cassiopeia |
Çarpmanın etkisiyle kendini yerde bulan Cassi, sabah sabah bu trafiğin nedenini anlamakta gecikmedi. Katarina, onu beklemiş, tam çıkacağı zaman da güm diye ona çarpıvermişti. Ancak Cassi’nin bu durum karşısında bir “Of!” bile dememesi, Katarina'yı şaşırtmıştı.
Her kim Katarina’yla karşılaşırsa korkmalı, vereceği gazaptan kendini korumalıydı. Bu durum bu evdeki herkeste geçerliyken, kardeşinde bir türlü geçerli hale gelmiyordu. Ne yapsa ne etse de Katarina, Cassiopeia'nın canını yakamıyordu. Sanki onda görünmez bir duvar var,
nasıl bir darbe alırsa alsın bu duvar onu koruyor gibiydi.
İşte Katarina buna deli oluyordu. Çünkü o geleceğin casusu, iş bitiricisiydi. Şimdiden düşmanlarının ondan korkması gerekiyordu ama kardeşine yaptığı her saldırıda o aptal yüzüne anlamsız bir tebessüm koyması yani ona, Katarina’ya, geleceğin iş bitiricisine meydan okuması onu deli ediyordu.
Cassi’nin canını yakamıyor, evde çalışanlarda dahil olmak üzere diğer insanlara verdiği zararı ona veremiyordu. Ama ne olursa olsun Katarina bekleyecek ve yeterince büyüdüğünde ona patronun kim olduğunu gösterecektir.
Bu işin zor olduğunu biliyordu ama bir huy edinmişti Katarina, bir av ne kadar zor olursa o kadar eğlenceli olurdu.
Post a Comment